İçeride ve dışarıda adeta bir ölüm kalım mücadelesi verdiğimiz şu günlerde herkesin ve her kesimin başımıza gelen bunca bela ve musibete dair ciddi bir nefis muhasebesi yapması gerekmektedir. Yaşanan bunca sıkıntının sebebini sadece düşmanların hain planlarına havale etmek kolaycılık olacaktır. Kur’an’a göre amel eden mü’minler olarak “Başınıza gelen her musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir.” (Şûra, 30) ilahi yasası açısından da İslami kesim olarak kendimizi ciddi bir değerlendirmeye tabi tutmamız gerekmektedir.
Uhud savaşı sırasında Efendimiz’in (s.a.v);“Ne şart ve durum olursa olsun asla burayı terk etmeyeceksiniz.” diye işaret ettiği okçular tepesi günümüzde nereye denk düşmektedir. Bugün İslami camia olarak hangi tepeleri terk ettiğimiz için bu durumdayız sorusu İslami kesimin üzerinde kafa yorması gereken ciddi bir meselesidir.
İlk önce Emr-i bi’l maruf, Nehy-i ani’l münker tepesini terk ettik. AB uyum yasalarına, Siyonist ve emperyalistlerle anlaşmalara ve stratejik ortaklıklara sesiz kaldığımız gibi milletimize karşı bu hain kalkışmayı gerçekleştiren, yıllardır gözümüzün önünde dinimizi değiştirme ve ifsad etme çalışmaları yapan bu yapıya karşı da, siyasi kabullerimize, dünyevi menfaatlerimize ve kazanımlarımıza dokunana kadar sessiz kaldık. Cemaatler, ilim adamları ve hoca efendilerin büyük bir bölümü Allah’ın emri gereği yapması gereken mücadeleye ancak siyasi iradenin harekete geçmesinden sonra başlayabildi.
Tebliğ, davet ve irşad tepesini terk ettik. Sohbetlerimizin, derslerimizin büyük bir bölümünü ayetli, hadisli siyasi mesajlara, çalışma ve toplantılarımızın hedeflerini bürokraside kadrolaşmaya ayırdık. Müslüman kitlelerin öfke ve teyakkuzunu Kur’an ve sünnetin öncelikli düşman olarak işaret ettiği Siyonizm ve emperyalizme yönlendirmemiz gerekirken şahsi reytinglerimiz uğrunda çoğunluğu suni bir takım îtikâdî ve mezhebî tartışmalarla birbirimize yönlendirdik ve öncelikler fıkhını kaybettik. Emperyalizme ve Siyonizm’e karşı teyakkuz halimizi yitirdiğimiz ve hiç beklemediğimiz bir anda da bu büyük darbeyi yedik. İdeallerimizin ve hedeflerimizin muhafaza edildiği tepeyi terk ettik. Tâlut ordusunun imtihan edildiği ve sadece bir avuç içmemiz gereken dünyalık nehre daldıkça daldık. Muhafazakâr demokrasinin nimetlerinin, imkânlarının, kazanımlarının peşinde İslami hedef ve ideallerimizi unuttuk. Nehirden içtikçe içtik. En son ne hakkı söyleyecek ne de mücadele edecek tâkâtimiz ve mecalimiz kalmadı.
Faizle mücadele tepesini terk ettik. Bu konuda o kadar ileri gittik ki bazı İslami cemaatlerin verdiği fetvalarla evlerimiz, arabalarımız, ticaret hanelerimiz faiz batakhanesine dönüştü. Faize karşı Kur’an ve Sünnetin öngördüğü ciddi ve etkin bir mücadele yöntemi ortaya koyamadık.
İslam Birliği tepesini terk ettik. Avrupa birliği mi Avrasya birliği mi NATO’mu Şangay beşlisi mi tartışmaları yapılırken güya hedefi sadece ve yalnızca İslam olan hoca efendilerin, İslami cemaat ve tarikatların İslam Birliği alternatifini ağız ucuyla bile söylemediğini gördük.
Sonuçta başımıza gelen bunca bela ve musibetten soran İslami kesim olarak üzerimizdeki en büyük görev, kaybettiğimiz bu tepeleri tekrar kazanmak ve içinde bulunduğumuz bu büyük krizden kurtuluş için Kur’an ve Sünnet merkezli çözüm önerilerini, İslam merkezli çıkış projelerini güçlü ve etkin bir şekilde gündeme getirmektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder