17 Aralık 2016 Cumartesi

Halep Ne Zaman Düştü..


Tarihin en acı dönemlerinden birisini daha yaşıyoruz. Göz göre göre koca bir millet yok oluyor… Milyonlar perişan...
Bugün bize düşen de sadece bu acılara ağlamak, üzülmek, kendi kendimize dövünmek oldu.
Tabi bugün bu konuyu konuşmakla giden canlar, yok olan Halep geri gelmeyecek, ama yeni yanlışların önüne geçilmesine vesile olabilirse ne mutlu.
Hatırlayacaksınız, beş yıl önce ülke olarak var gücümüzle Suriye’de savaş için destek vermiştik. Bir “Eğit Donat Projesi” vardı. Ne demekti bu
Eğit; adam öldürme eğitimi vermek, donat; adam öldürecek teçhizatla, silahla donat demekti. Onlara barışı telkin etmek bir yana, ABD – Türkiye iş birliğinde bu projeyle Suriyeli muhaliflere adam öldürme eğitimi verildi.
Sonuçta geldiğimiz nokta ortada, 6 yıl sonra hak ile yeksan olan koca bir kadim medeniyetin içler acısı hali!
Bugün toplumumuz tüm felaketlere rağmen Halep’e sahip çıkma konusunda büyük duyarlılık gösteriyor.
Savaş çığırtkanlığı yapan, ne olursa olsun “Savaş! Savaş!” diyen STK’ların ve aydın kesimin geldiği durum içler acısı.
Halep’e sahip çıkmak üzere başlatılan konvoy çok güzel, duyarlılık oluşturma açısından önemli.
Ama ne gariptir ki bu konvoy ile adeta bugüne kadar hükümetin bu yanlış politikasına çanak tutanlar araçların kornalarına basacak, katil Beşşar Esad korna seslerimizi, “Duyup ürkecek de Halep’teki katliamdan, insanlık dışı vahşetten vazgeçecek” düşüncesindeler.
Bize göre bu, bugüne kadarki sürdürülen yanlışlara macun çekme çabasından ve bu hatalı tutum içinde davrananların günah çıkarma eyleminden başka bir şey değildir.
***
Bu arada hemen belirtmeliyiz ki İstanbul’daki patlama ve Halep’in bir anda gündeme gelmesi de düşündürücüdür.
Olağanüstü günler yaşanırken, Türkiye’nin namusu olarak görülen Mavi Marmara davası düşürülmekte, anayasa değişikliği yapılmakta, dövizdeki artışla fakirleşme süreci yaşanmakta buna mukabil bir taraftan da bunların üzerine sanki bir macun çekilmekte.
***
Halep neden düştü Açık net ifadeyle Türkiye, Rusya ile anlaştığı için düştü. Rusya ile anlaşınca Rusya’nın müttefiki olan Suriye rejimi ile de zımnen anlaşmış oldu.
Rusya ile anlaştıktan sonra Fırat Kalkanı Operasyonu başladı. Türkiye Suriye’ye girerek PYD’nin devlet olmasını önledi. Karşılığında da Beşşar’ın Halep’i almasına göz yumdu. İşin özü budur.
O yüzden Türkiye bugün acınacak halde. Zımnen Beşşar Esad’a, “İstediğini kov, biz onları kabul ederiz” denilerek, katliama maruz kalanların tahliyesini sağlamak büyük bir zafermiş gibi gösteriliyor.
Savaş çığırtkanlığı yapanların Halep tutumu, ana babasına hiç sahip çıkmayan evladın, ana babası öldükten sonra, “Eyvah! Anam olsaydı hizmet ederdim” diye ağıt yakmasına benzemektedir. Milyonlarca insan vatanından koparılırken, yüz binlercesi hayatını kaybederken sessiz kalanların bugün avazları çıktığı kadar bağırmaları çok geç kalınmış bir eylemdir. Bugünkü ağıt, cenaze ağıtıdır.
***
İsrail ve Rusya ile barış için çaba sarf edilirken keşke yarısı kadar da Suriye için yapılsaydı belki bu durum hiç yaşanmayacaktı.
Halep için ülke çapında korna eşliğinde gıda yardımları, bir yandan 100 bin Âyet’el Kürsi, 1 milyon salavat kampanyası ile yattığımız yataktan cep telefonu tuşlarıyla cihat etmek.
Ey STK’cı dostlar! Keşke bu ağıt kampanyasını bu duyarlılığı savaşı durdurmak için savaş başlamadan önce sadece Halep değil, tüm Suriye yok olmadan önce yapsaydınız.
Biliyoruz bu lafların şimdi sırası mı diyenler olacak ama gerçekler acıdır.  Başka zaman tekrar etmesin diyedir uyarımız.
Tahliyeler gerçekleştiriliyor diye müjdeler uçuşuyor…
Hâlbuki tahliye ölümden de öte bir çeşit soykırımdır.
Sormak istiyorum Halep için yas tutan mazlum dostu kardeşlerime!
Halep, ne zaman düştü
Halep, Rusya ile anlaştığımız gün düştü.
Halep, Fırat Kalkan’ına giriştiğimiz gün düştü.
Halep, PYD karşılığında, muhalifleri sattığımız gün düştü.
Halep, mülteciler gelmesin diye kapıyı kapattığımız gün düştü.
Halep, sınıra beton duvarlar ördüğümüz gün düştü.
Halep,  Mavi Marmara’yı sattığımız gün düştü.
Halep, Güvenliği Ergenekon’a teslim ettiğimiz gün düştü.
Halep, Perinçek’le iş tuttuğumuz gün düştü.
Halep, içişlerimiz deyip mültecileri kullandığımız gün düştü.
Halep, Suriyeli mültecileri AB’ye şantaj malzemesi yaptığınız gün düştü.
İşte o gün elveda Halep, elveda Şam, elveda insanlık demek zorunda kaldık.

Milli Gazete | Necmettin Çalışkan

13 Kasım 2016 Pazar

Biz Merhamet Ümmetiyiz!

Hiçbir yağmanın ve talanın, yakmanın ve ayaklanmanın fetişizmini benimsemeyiz.
İnsan Amerika'da da insandır, Afrika'da da, Gazze'de de.

Biz hiçbir insanın acısından beslenmeyiz.
Biz merhamet ümmetiyiz.
İnsanlığın huzurudur arzumuz; ve dahi Gazze ve dahi Amerika.

Hakkı ve hakikatleri olaylarda can verenlere ulaştıramamış olmanın hüznüyle yanar, yağmalanır yüreğimiz.
Biz merhamet ümmetiyiz.

Bizim için her insan "potansiyel" bir Müslümandır.
O gelmediği,
o bulmadığı için değil!
biz gitmediğimiz,
biz ulaşmadığımız için üzülürüz.

Biz Gazze'nin masumlarını dert edindiğimiz kadar Amerika'nın arka sokaklarında sömürülenleri, sürüklenenleri de dert ediniriz.

Alevler "tower"lardakilerin değil sokaktakilerin canını alıyor.
Kim yakıyor?
Kim yanıyor!
Kim ölüyor?
Kim kalıyor!

Yusuf Karaağaç

4 Ekim 2016 Salı

Fatih Aydın- Saadet Partisi Gençlik Kolları Başkanı ( IYFO-Fatih Aydın- Saadet Partisi Gençlik Kolları Başkanı ( IYFO- 11. Müslüman Gençlik Buluşması, 02.10.2016)


BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

Muhterem Saadet Partisi Genel Başkanımız,
Genel Başkan Yardımcılarımız,
Saygıdeğer IYFO Genel Başkan’ımız,
İslam Topluluklarının Muhterem Gençlik Temsilcileri,
Kıymetli dava kardeşlerim,
Hepinizi selamların en güzeli olan Allah’ın (cc) selamı ile selamlıyorum.
Esselamu Aleykum.

“İnsanlığın huzuru için İslam Birliği” temalı bu toplantıyı gerçekleştirmek üzere, İstanbul’da bizleri bir araya getiren Cenabı Allah’a (cc) sonsuz şükürler olsun. Rabbimiz (cc) bu toplantıyı en büyük ecirlere ve bütün insanlığın saadetine vesile kılsın.

Her yıl, her şeye ve herkese rağmen, ısrarla ve inançla, İslam Birliği’nin bir uygulaması olarak, bu toplantıları organize eden, Müslüman gençlerin bir araya gelmesine vesile olan Uluslararası Gençlik Formuna ve değerli başkanı Musa Budak Beyefendiye teşekkür ediyorum.
Bu toplantıya teşrif eden siz kıymetli kardeşlerime de şükranlarımı arz ediyorum, teşekkür ediyorum.

Kıymetli Kardeşlerim;
Son toplanmamızdan bu zamana bir yıl geçti. Bu bir yılda İslam Coğrafyasında ise hiçbir şey değişmedi. Yine kan, yine gözyaşı, yine ızdırap, yine kaos, yine kavga, yine çatışma…

Geçen yılda ölen ve öldüren Müslüman’dı, bu yıl da ölen ve öldüren Müslüman.
Geçen yıl da parçalanan topraklar İslam topraklarıydı, bu yıl da parçalanan topraklar İslam toprakları.

Geçen yılda kazançlı çıkan Amerika, Avrupa, İsrail’di, bu yıl da kazançlı çıkan Amerika, Avrupa, İsrail…

Geçen yıl kıyıya vuran Aylan bebekleri konuştuk, bu yıl da üzerine bombalar atılan Ümran bebekleri konuşuyoruz.
Ne zaman uyanacağız? Ne zaman kendimize geleceğiz? Ne zaman bu zulümler son bulacak? Ne zaman şuurlanacağız?

Ne zaman görüntüye, şekle, sese aldanmayı bırakıp ta çözüme odaklanıp, eyleme geçeceğiz?

5 tane İslam ülkesini bir araya getirerek bir güç oluşturamayan işbirlikçi yönetimlerin nefisleri tatmin edici, karşılığı olmayan hamasi nutuklarının bir işe yaramadığını ne zaman anlayacağız?

Zaman konuşma zamanı değil,
Zaman bildiklerimizi uygulama zamanıdır.
Zaman diriliş ve direniş zamanıdır.
Zaman, Allahın ipine, hep beraber, sımsıkı sarılarak saadete erme zamanıdır.

Değerli Kardeşlerim;
İşte biz gençlik hareketlerinin temsilcileri olarak en büyük vazifemiz, en büyük çalışmamız bu hususta gençlerimizi şuurlandırmaktır. Onlara ideal aşılamak, hedefler koymak ve bu hedefler doğrultusunda onları çalışmalara teşvik ederek fedakârlık yaptırmaktır.
Erbakan Hocamız derdi ki: “Müslüman olmak yetmez. Şuurlu Müslüman olmak gerekir”

Bunun için bütün gençlik çalışmalarımızın özünü şuurlandırma oluşturmalıdır. Şuurun ise 3 temel esası vardır:

Konuştuğumuz sözün, yaptığımız işin referansı İslam olacak.

Yani düşüncelerimizi, konuşmalarımızı, kavramlarımızı, eylemlerimizi batıya göre değil kendi inancımıza göre belirleyeceğiz.

Gencimizin zihin dünyasında batı taklitçiliğini, batı hayranlığını değil; kendi medeniyet değerlerimizi inşa edeceğiz.
Sözlerimiz ve eylemlerimiz İslam Birliği’nin tesisine hizmet edecek.

Yaptığımız bütün çalışmalarda tevhidi esas alacağız. Müslüman kardeşliğini işleyeceğiz.

Renk, dil, mezhep ayrımı olmaksızın aynı kıbleye yönelmiş, aynı Allah’a, aynı Peygamber’e, aynı Kitab’a inanan insanları seveceğiz, bu insanların birliği için mücadele edeceğiz.

İslam birliğini ilk önce gençlerimizin kalplerinde ve zihinlerinde kuracağız.

Sözlerimiz ve eylemlerimiz, bütün insanlığın faydasına olacak.

Biz inancımız gereği sadece Müslümanların için değil bütün insanların huzuru, refahı ve saadeti için çalışacağız.
Kimseye elimizle veya dilimizle zarar vermeyeceğiz, zulmetmeyeceğiz.

Gazze’nin derdi ile dertlendiğimiz kadar Paris’in, Londra’nın ve Newyork’un arka sokaklarındaki sömürülen insanların derdi ile dertleneceğiz.

Muhterem Kardeşlerim!
İslam dünyası bugün bir hülyalar aleminde yaşamaktadır. Coğrafyamızı ilgilendiren konularda neredeyse hiçbir söz hakkına sahip değiliz. Ya da aldığımız kararlara derdimizi anlamayacak olan şebekeleri dahil ediyoruz.

Bunun sonucunda da karlı çıkan sadece batı ve onun bu bölgedeki mikrobu ve şımarık çocuğu İsrail oluyor.

Emperyalist ve Siyonist projelerin gerçekleşmemesi ve İslam dünyasının hakettiği şekilde yaşaması için mutlak suretle kendi özbenliğimizi yeniden diriltmek mecburiyetindeyiz.

İslam coğrafyası ile ilgili alınması gereken meselelerde karar merci yine bu coğrafya olmalıdır.

Kendi mali politikalarımızı, askeri ve teknolojik yatırım ve faaliyetleri, kültürel işbirliğini ve kalkınmayı, eğitim reformunu sağlayacak kuruluşları hayata geçirmek durumundayız. Aksi halde varoluşumuzu kaybedecek ve bize zulmedilmesine müsaade etmiş olacağız ve ruhumuzu kaybedeceğiz.

Bu nedenle mutlaka İslam dünyasının yeniden doğuşuna ve kalkınmasına vesile olacak projeler üretmemiz ve bunları hayata geçirmemiz gerekir.

Birkaç yüzyıl öncesine kadar düşünce ve bilim alanında söz sahibi olmuş bir İslam medeniyeti bugün kaba bir taklitçilikten öteye gidemiyor. İbni Rüşd’leri, Gazalileri, İbni Sina’ları, İbni Haldun’ları, Hasan El Bennaları, Mevdudileri, Erbakanları ve daha nice bilim, düşünce ve siyaset adamını yetiştirmiş medeniyetimiz ne yazık ki şimdi birkaç uluslararası ödül ile tatmin olmaya çalışmaktadır.

Dünyaya söz söyleyebilecek, düşüncenin ve hayatın her alanında var olacak nitelikli sosyal bilimciler, bilim insanları, yazarlar, sanatçılar, düşünürler ve siyasetçiler yetiştirmek mecburiyetindeyiz. Aksi halde İslam âlemi olarak hem medeniyetimizin umdeleri doğrultusunda bir şeyler ortaya koyamayacağız hem de dünyanın bu kötü gidişine dur deme gücümüz olmayacaktır.

Şehirlerimiz, kapitalizmin tümörleri haline geldi. Eğitimimiz yine kapitalizmin bir serumu halinde. Kültür ve Sanat alanında kendi medeniyetimize has özellikler taşıyan pek az ürün ortaya koyabildik. Ekonomik sistemlerimiz tamamen gayri İslami. Askeri alanımız ise caydırıcı bir güce sahip değil.

Tüm bu kötü gidişlere dur demek, İslami hareketler olarak, çalışmalarımızda, uzun vadede planlar yapmakla ve bunları hayata geçirmekle mümkündür. Gençlik teşkilatları olarak bu alanlarla ilgili nitelikli çalışmalar ve projeler ortaya koymak zorundayız.

Elbetteki bu söylenenleri yapmak için de insana yatırım yapmak, nitelikli kadrolar yetiştirmek, böylelikle gençlerimizi şuurlandırmak gerekir. Gençlik çalışmalarımız, yeni fetihleri gerçekleştirecek nesiller yetiştirmeyi merkeze almalıdır.

Bizler “Bir yıl sonrasını düşünüyorsanız bir tohum ekiniz. 10 yıl sonrasını düşünüyorsanız bir fidan dikiniz. Ama 100 yıl sonrası düşünüyorsanız Filistin’i, Somali’yi, Patani’yi, Suriye’yi kurtarmak istiyorsanız, İslam Birliğini tesisi etmek, yeni bir dünya kurmak istiyorsanız insan yetiştiriniz” anlayışıyla hareket etmeliyiz.
Bu anlayışla hareket edildiği zaman inanıyor ve ümid ediyoruz ki yakın bir gelecekte bu topraklarda yine huzur olacak, adaletin hakim olduğu yeni bir dünya muhakkak kurulacaktır.

Siz değerli kardeşlerime beni sabırla dinlediğiniz için teşekkür ediyor, saygılar sunuyor, hepinizi Allah’a emanet ediyorum.

Esselamu Aleyküm 11. Müslüman Gençlik Buluşması, 02.10.2016)

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

Muhterem Saadet Partisi Genel Başkanımız,
Genel Başkan Yardımcılarımız,
Saygıdeğer IYFO Genel Başkan’ımız,
İslam Topluluklarının Muhterem Gençlik Temsilcileri,
Kıymetli dava kardeşlerim,
Hepinizi selamların en güzeli olan Allah’ın (cc) selamı ile selamlıyorum.
Esselamu Aleykum.

“İnsanlığın huzuru için İslam Birliği” temalı bu toplantıyı gerçekleştirmek üzere, İstanbul’da bizleri bir araya getiren Cenabı Allah’a (cc) sonsuz şükürler olsun. Rabbimiz (cc) bu toplantıyı en büyük ecirlere ve bütün insanlığın saadetine vesile kılsın.

Her yıl, her şeye ve herkese rağmen, ısrarla ve inançla, İslam Birliği’nin bir uygulaması olarak, bu toplantıları organize eden, Müslüman gençlerin bir araya gelmesine vesile olan Uluslararası Gençlik Formuna ve değerli başkanı Musa Budak Beyefendiye teşekkür ediyorum.
Bu toplantıya teşrif eden siz kıymetli kardeşlerime de şükranlarımı arz ediyorum, teşekkür ediyorum.

Kıymetli Kardeşlerim;
Son toplanmamızdan bu zamana bir yıl geçti. Bu bir yılda İslam Coğrafyasında ise hiçbir şey değişmedi. Yine kan, yine gözyaşı, yine ızdırap, yine kaos, yine kavga, yine çatışma…

Geçen yılda ölen ve öldüren Müslüman’dı, bu yıl da ölen ve öldüren Müslüman.
Geçen yıl da parçalanan topraklar İslam topraklarıydı, bu yıl da parçalanan topraklar İslam toprakları.

Geçen yılda kazançlı çıkan Amerika, Avrupa, İsrail’di, bu yıl da kazançlı çıkan Amerika, Avrupa, İsrail…

Geçen yıl kıyıya vuran Aylan bebekleri konuştuk, bu yıl da üzerine bombalar atılan Ümran bebekleri konuşuyoruz.
Ne zaman uyanacağız? Ne zaman kendimize geleceğiz? Ne zaman bu zulümler son bulacak? Ne zaman şuurlanacağız?

Ne zaman görüntüye, şekle, sese aldanmayı bırakıp ta çözüme odaklanıp, eyleme geçeceğiz?

5 tane İslam ülkesini bir araya getirerek bir güç oluşturamayan işbirlikçi yönetimlerin nefisleri tatmin edici, karşılığı olmayan hamasi nutuklarının bir işe yaramadığını ne zaman anlayacağız?

Zaman konuşma zamanı değil,
Zaman bildiklerimizi uygulama zamanıdır.
Zaman diriliş ve direniş zamanıdır.
Zaman, Allahın ipine, hep beraber, sımsıkı sarılarak saadete erme zamanıdır.

Değerli Kardeşlerim;
İşte biz gençlik hareketlerinin temsilcileri olarak en büyük vazifemiz, en büyük çalışmamız bu hususta gençlerimizi şuurlandırmaktır. Onlara ideal aşılamak, hedefler koymak ve bu hedefler doğrultusunda onları çalışmalara teşvik ederek fedakârlık yaptırmaktır.
Erbakan Hocamız derdi ki: “Müslüman olmak yetmez. Şuurlu Müslüman olmak gerekir”

Bunun için bütün gençlik çalışmalarımızın özünü şuurlandırma oluşturmalıdır. Şuurun ise 3 temel esası vardır:

Konuştuğumuz sözün, yaptığımız işin referansı İslam olacak.

Yani düşüncelerimizi, konuşmalarımızı, kavramlarımızı, eylemlerimizi batıya göre değil kendi inancımıza göre belirleyeceğiz.

Gencimizin zihin dünyasında batı taklitçiliğini, batı hayranlığını değil; kendi medeniyet değerlerimizi inşa edeceğiz.
Sözlerimiz ve eylemlerimiz İslam Birliği’nin tesisine hizmet edecek.

Yaptığımız bütün çalışmalarda tevhidi esas alacağız. Müslüman kardeşliğini işleyeceğiz.

Renk, dil, mezhep ayrımı olmaksızın aynı kıbleye yönelmiş, aynı Allah’a, aynı Peygamber’e, aynı Kitab’a inanan insanları seveceğiz, bu insanların birliği için mücadele edeceğiz.

İslam birliğini ilk önce gençlerimizin kalplerinde ve zihinlerinde kuracağız.

Sözlerimiz ve eylemlerimiz, bütün insanlığın faydasına olacak.

Biz inancımız gereği sadece Müslümanların için değil bütün insanların huzuru, refahı ve saadeti için çalışacağız.
Kimseye elimizle veya dilimizle zarar vermeyeceğiz, zulmetmeyeceğiz.

Gazze’nin derdi ile dertlendiğimiz kadar Paris’in, Londra’nın ve Newyork’un arka sokaklarındaki sömürülen insanların derdi ile dertleneceğiz.

Muhterem Kardeşlerim!
İslam dünyası bugün bir hülyalar aleminde yaşamaktadır. Coğrafyamızı ilgilendiren konularda neredeyse hiçbir söz hakkına sahip değiliz. Ya da aldığımız kararlara derdimizi anlamayacak olan şebekeleri dahil ediyoruz.

Bunun sonucunda da karlı çıkan sadece batı ve onun bu bölgedeki mikrobu ve şımarık çocuğu İsrail oluyor.

Emperyalist ve Siyonist projelerin gerçekleşmemesi ve İslam dünyasının hakettiği şekilde yaşaması için mutlak suretle kendi özbenliğimizi yeniden diriltmek mecburiyetindeyiz.

İslam coğrafyası ile ilgili alınması gereken meselelerde karar merci yine bu coğrafya olmalıdır.

Kendi mali politikalarımızı, askeri ve teknolojik yatırım ve faaliyetleri, kültürel işbirliğini ve kalkınmayı, eğitim reformunu sağlayacak kuruluşları hayata geçirmek durumundayız. Aksi halde varoluşumuzu kaybedecek ve bize zulmedilmesine müsaade etmiş olacağız ve ruhumuzu kaybedeceğiz.

Bu nedenle mutlaka İslam dünyasının yeniden doğuşuna ve kalkınmasına vesile olacak projeler üretmemiz ve bunları hayata geçirmemiz gerekir.

Birkaç yüzyıl öncesine kadar düşünce ve bilim alanında söz sahibi olmuş bir İslam medeniyeti bugün kaba bir taklitçilikten öteye gidemiyor. İbni Rüşd’leri, Gazalileri, İbni Sina’ları, İbni Haldun’ları, Hasan El Bennaları, Mevdudileri, Erbakanları ve daha nice bilim, düşünce ve siyaset adamını yetiştirmiş medeniyetimiz ne yazık ki şimdi birkaç uluslararası ödül ile tatmin olmaya çalışmaktadır.

Dünyaya söz söyleyebilecek, düşüncenin ve hayatın her alanında var olacak nitelikli sosyal bilimciler, bilim insanları, yazarlar, sanatçılar, düşünürler ve siyasetçiler yetiştirmek mecburiyetindeyiz. Aksi halde İslam âlemi olarak hem medeniyetimizin umdeleri doğrultusunda bir şeyler ortaya koyamayacağız hem de dünyanın bu kötü gidişine dur deme gücümüz olmayacaktır.

Şehirlerimiz, kapitalizmin tümörleri haline geldi. Eğitimimiz yine kapitalizmin bir serumu halinde. Kültür ve Sanat alanında kendi medeniyetimize has özellikler taşıyan pek az ürün ortaya koyabildik. Ekonomik sistemlerimiz tamamen gayri İslami. Askeri alanımız ise caydırıcı bir güce sahip değil.

Tüm bu kötü gidişlere dur demek, İslami hareketler olarak, çalışmalarımızda, uzun vadede planlar yapmakla ve bunları hayata geçirmekle mümkündür. Gençlik teşkilatları olarak bu alanlarla ilgili nitelikli çalışmalar ve projeler ortaya koymak zorundayız.

Elbetteki bu söylenenleri yapmak için de insana yatırım yapmak, nitelikli kadrolar yetiştirmek, böylelikle gençlerimizi şuurlandırmak gerekir. Gençlik çalışmalarımız, yeni fetihleri gerçekleştirecek nesiller yetiştirmeyi merkeze almalıdır.

Bizler “Bir yıl sonrasını düşünüyorsanız bir tohum ekiniz. 10 yıl sonrasını düşünüyorsanız bir fidan dikiniz. Ama 100 yıl sonrası düşünüyorsanız Filistin’i, Somali’yi, Patani’yi, Suriye’yi kurtarmak istiyorsanız, İslam Birliğini tesisi etmek, yeni bir dünya kurmak istiyorsanız insan yetiştiriniz” anlayışıyla hareket etmeliyiz.
Bu anlayışla hareket edildiği zaman inanıyor ve ümid ediyoruz ki yakın bir gelecekte bu topraklarda yine huzur olacak, adaletin hakim olduğu yeni bir dünya muhakkak kurulacaktır.

Siz değerli kardeşlerime beni sabırla dinlediğiniz için teşekkür ediyor, saygılar sunuyor, hepinizi Allah’a emanet ediyorum.

Esselamu Aleyküm

1 Ekim 2016 Cumartesi

Keramet Milli Görüştedir!



Milli Görüş; bir dağın zirvesinde dört mevsim erimeyen kar gibidir.. Kimi zaman çok, kimi zaman az; ama hep varızdır. İyiliği emredip, kötülükten men edecek topluluklar, çok da olsalar az da olsalar dağın zirvesindeki hayat kaynağıdır insanlık için. Yeryüzünü ayakta tutan, yeryüzüne direk olan dağlar misali, Milli Görüş hareketi de milletimizin dağlarıdır. Erbakan Hocamızın, “Milletin inancı, kimliği, tarihi, ruh kökü” olarak ifade ettiği Milli Görüş, varlığıyla ülke ve milletin de yegane teminatı olmuştur. Son yarım asrın her mevsiminde, gelişen her şartta ve oluşan her zeminde milletin güvenini ve umudunu cezbetmiş, bugünlere taşımıştır.
Bu memleketin son yarım asrından Milli Görüş’ü çıkarırsanız geriye millet adına yapılmış bir şey kalmaz. Geçen zamanın bize öğrettiği hakikat şu ki; bu millet Milli Görüş’süz yapamaz. Bu milletin umudu, bu milletin beklentisi, bu milletin teveccühü Milli Görüş’ten çalınıp da iktidar partisine yamandığı günden beri yaşananlar ortadadır. İki yakamız bir araya gelmiyor, gelemiyor.
Böyle bir zamanda Saadet Parti’miz Büyük Kongre için istişare sürecini başlattı. Saflar sıkışacak, heyecan yinelenecek, fedakarlıklar  taçlanacak inşallah.
Milli Görüş, mevsimlik bir hareket değildir. Milli Görüş;  gelip geçici bir heves, gelip geçici bir fikriyat ve gelip geçici bir örneklem de değildir. .  “Temel esasları” olan, “teamülleri” bilinen, yarım asırlık bir tecrübe hazinesine sahip olan bir harekettir Milli Görüş. İstişare; Milli Görüş’ün başarısının anahtarıdır.
Erbakan Hocamız’ın iki dudağının arasından “ben” dediğini bir kez dahi duyanımız yoktur herhalde. 40 yılı aşkın zamanda adeta tek başına omuzlarken davamızı  “ben değil, biz derdi” hep. Erbakan Hocamız bile “Keramet bizde değil, Milli Görüş’tedir” derken, biz nasıl “ben” diyebiliriz ki!..
MİLLİ Görüş; bir dağın zirvesinde dört mevsim erimeyen kar gibidir.. Kimi zaman çok, kimi zaman az; ama hep varızdır. İyiliği emredip, kötülükten men edecek topluluklar, çok da olsalar az da olsalar dağın zirvesindeki hayat kaynağıdır insanlık için. Yeryüzünü ayakta tutan, yeryüzüne direk olan dağlar misali, Milli Görüş hareketi de milletimizin dağlarıdır. Erbakan Hocamızın “Milletin inancı, kimliği, tarihi, ruh kökü” olarak ifade ettiği Milli Görüş, varlığıyla ülke ve milletin de yegane teminatı olmuştur. Son yarım asrın her mevsiminde, gelişen her şartta ve oluşan her zeminde milletin güvenini ve umudunu cezbetmiş, bugünlere taşımıştır.
BU ÜLKENİN SON YARIM ASRINDAN MİLLİ GÖRÜŞ’Ü ÇIKARSANIZ, GERİYE BİR ŞEY  KALMAZ!
Şöyle düşünelim: 1969’da yola çıkılmamış olunsaydı… Milli Nizam kurulmasaydı. Milli Selamet hükümet olmasaydı.  Refah, belediyelerde ve 54. Erbakan Hükümetinde efsaneleşmeseydi.  Fazilet olmasaydı. Saadet, Milli Görüş sancağını 15 yıldır şerefle taşımamış olsaydı.  Yayın hayatında 44’üncü yılını tamamlamakta olan Milli Gazete hiç çıkmamış olsaydı… 70’li yılların o zor günlerinde Akıncılar olmasaydı… Dün Milli Gençlik Vakfı, bugün Anadolu Gençlik Derneği “Önce Ahlak ve Maneviyat” bayrağını açmamış olsaydı… Hak-İş Memur-Sen kurulmasaydı..  Bugün 40 kadar Milli Görüşçü kuruluşumuz hayat bulmasaydı… İlk açan çiçek olarak baharın müjdecisi Erbakan Hocamız siyasete hiç girmeseydi…  Şunlar şunlar olurdu; bunlarsa olmazdı diye sıralayacak değiliz.
Milli Görüş’ün varlığının ehemmiyetini idrak etmek adına soralım sadece: Bu ülkenin son yarım asrından çıkarsanız  Milli Görüş’ü, Erbakan Hocamızı; memleket, millet ve ümmet adına yapılmış geriye ne kalırdı acaba İktidarda ya da muhalefette  Milli Görüş olmasaydı, gelen her iktidar bu millettin inancından, kimliğinden ve ruh kökünden daha büyük parçalar koparmaya devam edecekti.
HAKİKAT ŞU Kİ; MİLLİ GÖRÜŞ’SÜZ OLMUYOR!
Geçen zamanın bize öğrettiği hakikat şu ki; bu millet Milli Görüş’süz yapamaz. Tek başına iktidar da olsanız, güçlü de görünseniz, medya gücünüz de olsa Milli Görüş’süz olamayacağı da ortadadır! Bu milletin umudu, bu milletin beklentisi, bu milletin teveccühü Milli Görüş’ten çalınıp da bugünkü iktidar partisine yamandığı günden beri yaşananlar ortadadır. İki yakamız bir araya gelmiyor, gelemiyor. Milli Görüş’e ambargo konmasaydı, Milli Görüş’ün önüne barajlar kurulmasaydı (Allah-u alem) FETÖ gibi yapılar da kendisine boş bir meydan bulamayacaktı. 15 Temmuz gecesi yaşanan hain darbe girişimi de göstermiştir ki, bu ülkenin, bu milletin tek yerli ve milli hareketi, tek teminatı Milli Görüş’tür.  Görülmüştür ki, bir takım stratejilerle Milli Görüş engellendiği zaman, sun’i olarak oluşturulan siyasal ve sosyal boşlukta kökü dışarıda projeler, yapılar bu memleketin başına bela olarak sarılmaktadır. Batıl, panzehirin olmadığı her yere sızmakta mahirdir. Milli Görüş, bu milletin hem antibiyotiği hem de vitaminidir. Nitekim; siyaset arenası, Meclis’imiz, televizyon ekranları, gazete sütunları Milli Görüş’e kapatılmasaydı, hiçbir yapı bu milletin kalbine bir hançer gibi sokulamazdı.  Son yaşadıklarımız da tekraren bize şunu söylüyor: Bu ülkenin Milli Görüş’e her zamankinden daha çok ihtiyacı var.
SAFLAR SIKLAŞACAK… HEYECAN YENİLENECEK… FEDAKARLIKLAR TAÇLANACAK
FETÖ’nün yıkıcı, yok edici izlerinin giderek derinleştiği… Her şeyin allak bullak edildiği… Devlette neredeyse taş taş üzerinde bırakılmadığı… Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ifadesiyle “at izinin it izine karıştığı”, dış borcun 710 milyar dolarlara tırmandığı… Kıbrıs’ın Avrupa’ya/Rumlara sunulmak üzere yeniden tepsiye konduğu, İsrail’le normalleşip anlaşmaların imzalandığı, Faiz virüsünün ülkede kanser gibi hızla yayıldığı, AB normlarının mevzuatımızı, yasalarımızı hızla ele geçirdiği, İslam Birliği talebinden bile yavaş yavaş vazgeçildiği.. Üretimin terk edildiği, D-8’lerin unutulduğu bir zamanda… Milli Görüş’ümüz, Saadet Parti’miz Büyük Kongre’ye gidiyor.. Kongreler kimi siyasi partiler için Genel Başkan seçimlerini ve parti yönetimlerindeki değişimleri ifade ediyor olabilir. Elbette Saadet Partisi için de geçerlidir bu. Fakat kongreler siyasi hareketler için daha başka, daha ulvi anlamlar da taşırlar. Hele ki Milli Görüş partileri için kongreler safların sıklaşması, heyecanın yenilenmesi, eksiklerin tanzimi, azmin ve kararlılığın ahde dönüşmesi anlamlarını da yüklenirler. O güne kadar yapılmış olan gayret, cehd ve fedakarlıklar taçlanır adeta.
GELİP GEÇİCİ BİR HEVES, MEVSİMLİK BİR HAREKET DEĞİLİZ!
Saadet Partisi Türkiye’de politik arenada yer alan oy pusulasındaki sıralı partilerden birisi değil, insanlığa hizmet yolunda sorumluluğa sahip olan Milli Görüş hareketinin partisidir. Şu çok iyi bilmeliyiz ki, işte bu sebeple dün Milli Nizam, Milli Selamet, Refah ve Fazilet’teki her Büyük Kongre’mizde olduğu gibi bugün Saadet Partimizin 30 Ekim kongresinde de bütün gözler üzerimizde olacak.
Milli Görüş, mevsimlik bir hareket değildir. Milli Görüş;  gelip geçici bir heves, gelip geçici bir fikriyat ve gelip geçici bir örneklem de değildir. Milli Görüş hareketi rastgele bir parti değil, tarihin en büyük devletinin milletinin aslına, özüne, ruh köküne dönmesi olayıdır.  “Temel esasları” olan, “teamülleri” bilinen, yarım asırlık bir tecrübe hazinesine sahip olan bir harekettir Milli Görüş. “Sizden/İçinizden, hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun” emrine sımsıkı sarılan, “İşte onlar kurtuluşa erenlerdir” müjdesine mazhar olmak için canla başla, ihlasla çalışan kardeşler topluluğuyuz biz. Yoluna barikatlar kurulan, dikenler dökülen; partileri kapatılıp, yasaklar konan Milli Görüş hareketi, onca badireyi onca engeli vazgeçilmez “temel esaslarına” sımsıkı sarılarak ve istişarede sebat ederek aşabilmiş, ümmet şuurunu ayakta tutabilmiştir. İstişare; Milli Görüş’ün başarısının anahtarıdır. Öyleyse biz Milli Görüşçülere düşen vazife; bu anahtarı Milli Görüş’ün dününe, bugününe ve yarınına yakışır güzellikte kullanmak; istişaremizi her zaman olduğu gibi en güzel şekilde tamamlayıp milletimizin huzuruna varmaktır.
GÖNLÜMÜZDEKİ ASLAN, DAVAMIZDAN SEVİMLİ OLAMAZ
Orada burada her biri birbirinden kıymetli isimler konuşuluyor. Fıkhınca; usulünce, üslubunca elbette konuşmalıyız. Lakin sosyal medya mecralarında lüzumsuz, hatta Milli Görüş’e yakışmayacak  tartışmalara tutuşmuş kardeşlerimizi müşahede ediyoruz. Herkesin gönlünde bir aslan yatıyordur elbet. Fakat hiçbirimiz için gönlümüzdeki aslan davamızdan daha sevimli olamaz. Hiçbirimiz “illa benim adayım” kalıbına giremez. Hiçbirimiz “illa ben olacağım” diyemez. Elbette ki her birimiz, nefis elbiselerimizden soyunarak davamız için söyleyeceğimizi söyleyeceğiz, hayırlı olacağını düşündüğümüz ismi, isimleri yerinde ifade edeceğiz.
Hani bir söz vardır ya; “Hızlı gitmek istiyorsan yalnız yol al; uzağa gitmek istiyorsan birlikte yol al”. Biz nesillere, çağlara gitmek zorundayız. Biz hepimiz birlikte yol almak zorundayız. Çünkü Saadet Partisi iktidarına, Milli Görüş iktidarına sadece biz değil bütün mazlumlar, bütün insanlık muhtaç. Gece gündüz dua ettiğimiz, dualarımızla birlikte gözyaşı döktüğümüz yeryüzünün dört bir bucağındaki mazlum Müslüman kardeşlerimizin Saadet Partisi’nin iktidarına ihtiyacı varken, biz en fazla kendimiz gibi davranmamız, davamıza sarılmamız gereken bir süreçte, nefsimize sarılamayız.
Belki de Milli Görüş hareketinin en önemli karar virajlarından birindeyiz. Milli Görüş’ün temel esaslarına bugüne dek sadık kalıp da, “kardeşimiz için yaşadığımızı” dosta-düşmana iftiharla göstereceğimiz bir zamanda temel esasların dışında davranmak hepimiz için Allah muhafaza kayıpların en büyüğü olacaktır! Elhamdülillah, Milli Görüşçülerin büyük bir ekseriyeti olarak ailemize, evladımıza, en sevdiklerimize esirgemediğimiz hassasiyetin de fazlasını istişaremizin gereklerine gösterebiliyoruz.  Kimyamız hala sapasağlam şükür. Nefis terbiyesini esas alan biz Milli Görüşçüler olarak bu bir aylık süreçte de kimyamızı bozmayacağız inşallah. Yeri gelince, “ben  değil kardeşim” deme faziletini yaşıyor, yaşatıyor olmak bir siyasi hareket için Allah’ın en büyük lütuflarından birisidir!
“KERAMET BİZDE DEĞİL, MİLLİ GÖRÜŞ’TEDİR”
Erbakan Hocamız’ın iki dudağının arasından “ben” dediğini bir kez dahi duyanımız yoktur herhalde. 40 yılı aşkın zamanda adeta tek başına omuzlarken davamızı  “ben değil, biz derdi” hep. Erbakan Hocamız bile “Keramet bizde değil, Milli Görüş’tedir” derken, biz nasıl “ben” diyebiliriz ki!..
Ülkemizde ve dünyada bu davayı hiç yılmadan omuzlayan ve ömrünün sonuna kadar yürüten, bizleri de bu yolda çalışmaya sevk eden, çalışma azmimizi artıran Erbakan Hocamız’a bu vesileyle Allah’tan rahmet diliyoruz. Mekanı cennet olsun, cennetinde bizleri hep beraber buluştursun.
Allah (c.c) kongremizde her birimize yüz aklığı nasip buyursun.
Yeni Hicri yılımız, camiamıza, milletimize ve ümmet-i Muhammed’e hayırlı olsun. Amin…

17 Eylül 2016 Cumartesi

İsrail’e verilen 38 milyar doların sırrı ne?


Hüseyin Vodinalı (Oda tv - 15.09.2016)

Halep’te varılan ateşkesin 60 kez ihlal edilmesi ne demek?

İsrail’in Suriye ve Gazze’ye artan saldırıları ne anlama geliyor?

ABD, bayram değil (yani onlara değil!) seyran değil, İsrail’e tarihinin en büyük askeri yardımını yaptı: 38 milyar dolar.

İsrail, 10 yıl boyunca  tam 38 milyar dolar askeri yardım alacak.

Bu da yetmemiş, savaş filan olursa ABD’den gereken ne varsa alabilecek.

Netanyahu ile arası bozuk olan Obama’nın başına taş mı düştü de, böylesine cömert bir anlaşmayı imzaladı?

İsrail ve Neo Con’ların en sevdiği isim olan, Libya ve Suriye’de El Kaide ve IŞİD ile iş tutan Hillary Clinton’a destek için tabii.

Hillary zatürre olunca aldı mikrofonu eline onun için kampanyaya da başladı.

Obama’nın İsrail karşıtlığı, kendi şahsi fantezisiydi, müesses nizamın isteklerine karşı çıkabilecek biri değil o.

Zaten bunu açıkça söylemiş de:

"8 yıllık liderliğim süresince İsrail’in savunmasına yönelik olan taahhütlerimizi, gerek sözlü, gerekse fiili olarak yerine getirmiş bulunuyoruz. Bundan sonra da İsrail’in savunmasına yönelik taahhütlerimizde yerinde duracağız."

Bunu, Libya’nın işgali, BOP, Arap Baharı ve Suriye’de çıkardığı iç savaştan anlıyoruz zaten.

ABD’DEKİ SEÇİME DİKKAT

Amerika’daki seçim sürecini bilmem hiç izliyor musunuz?

Sanırım ABD tarihinde bundan daha saçma ve rezil bir seçim dönemi yoktur.

Trump’ın saçmalıklarından söz etmiyorum.

Asıl Hillary’nin arkasındaki devlet ve şirket yapılanmasına bakınız.

Tüm bir Amerikan devlet sistemi ve kapitalist mekanizması; basınıyla, istihbarat servisleriyle, siyasetçileriyle, sanat ve sinema dünyasıyla Hillary Clinton’a destek veriyor.

İşte siyahların polis tarafından öldürülmesinden tutun, Trump’ın vakfına soruşturma başlatılması

Öyle ki, Hillary’nin zatürre olmasını bile Putin’e bağlayan tipler var.

Hani olana bitene baksanız sanırsınız, Donald Trump, Marksist bir devrimci ya da Ku Klux Klan’ın gizli önderi.

Değil tabii…

O, sadece müesses nizama karşı kendi fırıldaklığı ve servetiyle aday olmayı becermiş bir kişi.

İlginç yanı da Rusya ile dostluğu filan savunması.

Ancak, basında öne çıkan tüm özellikleri, ırkçı ve İslam düşmanı olması üzerine kurulu.

Oysa İsrail’in birebir adamı olan Hillary, ondan çok daha İslam düşmanı.

ABD derin devletinin, bir Kukla Kürt Devleti peşinde koşması ve bunu bir devlet politikası haline getirmesi ile Hillary’nin seçilmesi için her imkanını seferber etmesi, İsrail’in güvenliği içindir.

İsrail’in güvenliği, ABD için yaşamsal bir önemdedir.

Çünkü Batı sermayesi, sömgürgeci kapital, Amerikan, İngiliz ve İsrail sermayesi ortaklığında oluşmuştur.

ABD Ortadoğu der, siz İsrail anlayın.

Avrupa’da da benzer bir şekilde Batı sermayesi odaklı saldırgan yönelimin temelini Hillary Clinton ve arkasındaki güç temsil etmekte.

Özellikle de 11 Eylül 2001’deki tertip terör saldırıları, Neo Con denilen İsrail yanlısı kliğin yönetimi ele geçirmekteki miladıdır.

Ve bundan sonra ABD’nin çıkarları, İsrail’inkilerin arkasına konmuştur.  Bakınız Irak ve Afganistan.

CIA ajanı Ukrayna Başkanı Poroşenko, neden uçağa atlayıp New York’a Neo Con Hillary’ye koşsun ki böyle olmasa.

Putin’in 17 Haziran 2016 günü St. Petersburg’daki Uluslararası Ekonomik Forum esnasında yabancı gazetecilere söylediklerini tekrar anımsayalım:

“İran tehlikesi diye bir şey yok ama NATO Avrupa’ya füze savunma sistemleri yerleştiriyor. Gerekçeleri samimi değil, bizimle açık konuşmuyorlar derken biz haklıydık. Bu sistemi haklı göstermek için İran tehlikesi öne sürülüyor. Yine bize yalan söylediler. Şimdi sistem çalışır durumda ve füzeler rampalara yüklenmiş halde. Siz gazeteciler biliyorsunuz ki, Tomahawk uzun menzilli füze sisteminde kullanılan başlıklar kapsül içinde bu sistemde kullanılıyor. Teknolojilerin ilerlediğini biliyoruz, ve hatta ABD’nin bir sonraki füze sistemini ne zaman geliştireceğini de biliyoruz. Bu füzeler 1000 km. ve ötesine ulaşabilecek. Ve o andan itibaren Rusya’nın nükleer potansiyelini tehdit etmeye başlayacak. Zamanla neler olacağını biliyoruz, onlar da bizim bildiğimizi biliyor. Size masallar anlatıyorlar, siz de yutuyorsunuz bunları ve kendi ülkenizin insanlarına yayıyorsunuz. İnsanlarınız gelmekte olan tehlikeyi anlamıyor, beni endişelendiren de bu. Nasıl olur da anlayamazsınız, dünyanın dönüşü olmayan bir yere doğru çekildiğini. Onlar ise hiçbir şey olmuyormuş havası yaratmakta. Size başka türlü nasıl anlatacağımı bilemiyorum.”

Resmen uyarıyor işte, 3. Dünya savaşı diyor adam.

İSRAİL’İN HEDEFİ SURİYE Mİ?

ABD’nin asıl düşmanı Çin.

Obama’yı uçağın arkasından kırmızı halısız indiren Çin’e nefret duyuyorlar.

Ama onlara gücü yetmiyor.

Avrupa’dan vurmak istedikleri Rusya’ya da aslında yetmiyor.

Ama Rusya’nın etkin olduğu Suriye’de farklı planları var.

ABD İşin başından beri bir oyalama taktiği uyguluyor.

İsrail’i gölgede tutuyor.

Esad rejiminin asıl düşmanı İsrail.

Golan tepeleri halen işgal altında.

ABD’nin Suriye’yi hedef almasında İsrail’in çıkarları ön planda.

Kuzeyden geçecek bir PKK koridoru da İsrail’e hizmet edecek, Esad’ın devrilip yerine Batı yanlısı kukla bir yönetimin gelmesi de.

İşte Türkiye’nin Rus uçağını düşürmesinin arkasında yatan olay bu.

İsrail ve ABD’nin maşası FETÖ’nün talimatlı işi.

PKK ile işbirliklerinin de çıkmasını bekliyorum somut olaylarla yakın zamanda.

Türkiye, ne zaman Rusya ile ilişkileri tamir etmeye başladı, birden Batı’nın direk hedefi haline geldi.

Darbe girişimi de bunun bir parçası.

İşte şimdi Suriye’de, kısmen de olsa Rusya, İran ve Esad ile işbirliği yapan, konuşan bir Ankara istemiyorlar.

Türkiye’nin Cerablus harekatı en çok İsrail’i kızdırdı.

Hillary ve İsrail’in yavrusu IŞİD, tanklarımızı vurmaya başladı.

Halep’teki ateşkesi sabote eden de bunların ajanları.

Şimdi de Golan tepelerinde bir şeyler dönüyor.

Suriye önceki gün bir İsrail savaş uçağı ile bir İsrail insansız hava aracını düşürdüğünü açıklamış, İsrail bunu yalanlamıştı.

Olay tam da 13 Eylül gecesi ateşkesin yürürlüğe girdiğinde oluyor her nasılsa!

İsrail ordusuna yakın Debkafiles’ta çıkan habere göre, İsrail’in işgali altındaki Golan tepelerine, Suriye’nin Kuneytra bölgesinden 8 adet havan topu mermisi düşüyor. İsrail de buna yanıt olarak hava saldırıları düzenliyor.

İşte Suriye’nin vurdum dediği, bu saldırılar esnasında düşürdüğü uçaklar.

Suriye resmi haber ajansı Sana ise İsrail savaş uçaklarının Kuneytra’nın Emel Mezraları bölgesinde saldırı başlatan Nusra Cephesi'ne destek için Suriye mevzilerini vurduğunu duyurdu.

El Nusra’yı korumak için Suriye ordusuna saldıran bir İsrail.

4 Haziran’da da, Rus Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, ABD’li mevkidaşı John Kerry’nin kendisinden Suriye’deki müttefikleri El Kaide’yi vurmamasını talep ettiğini söyledi. Bu açıklama yalanlanmadı.

Suriye iç savaşında İsrail’e özel hesaplar var. Güvenlik, enerji, Kıbrıs, PKK koridoru ve PKK Devleti bunlardan bazıları.

2013’te Esad düşerse Suriye’ye gireriz demişlerdi, geçen sene Türkiye’ye ortak operasyon teklifi götürdükleri iddiaları var.

Şimdi Esad’ın düşeceği yerde, giderek daha da güçlenmesi İsrail için kabus gibi.

İsrail’in Suriye ve Gazze’ye başlattığı hava saldırıları pek hayra alamet değil.

Rusya Genelkurmay Başkanı Valeriy Gerasimov’un Ankara’ya getirdiği dosyasında bu da var mı bilemem ama yazımı, gölge CIA denen ve 15 Temmuz FETÖ’cü darbe girişiminde adı geçen Stratfor’un İran asıllı analisti Anisa Mehdi’nin açıklamalarıyla bitireyim.

“- Türkiye’ye ABD ve İsrail gibi ülkelerin oyunu olduğu düşünüyor musunuz?

Öncelikle şunu sormak lazım; Türkiye, Avrupa ve ABD’de sıklıkla görülen şiddet ve kaostan kim faydalanıyor? Silahlı saldırılar, havalimanlarına bombalı saldırılar… Ülkenizde gerçekleşen saldırılarda hayatlarını kaybedenler için de çok üzgünüm. Mesela biri bombalı üç kişinin, Orlando’da AR-15’li tek kişiden daha az insan öldürdüğüne dikkat çekmişti, ilginç değil mi? Fayda sağlayan kim? Fayda sağlayan ülkelerden biri bana kalırsa İsrail. İsrail haberlerde artık görünmüyor değil mi? Ancak Filistinlilerin baskıcı bir şekilde topraklarından olması hala devam ediyor. Hala Yahudi yerleşim yerleri inşa ediliyor ve bunları hiç duymuyoruz çünkü bana kalırsa bu korkunç şiddet olayları dikkatimizi başka yöne çekiyor. Türkiye’ye direkt bir oyunları söz konusu mu bilmiyorum ama ilginç şeyler dönüyor gerçekten!” (8 Eylül 2016 Boxer Dergisi)

15 Eylül 2016 Perşembe

Cihad Meydani...

Prof.Dr. Necmettin Erbakan Hoca bir seminerde şu misali anlatmıştı:
Farz et ki sen Hz. Peygamber (sas)’in Bedir Savaşını yaptığı gün o civarda develerini güden bir çobansın. Efendimiz Aleyhissalat Vesselam ile Ebu Cehil taraftarları Bedir Kuyuları yakınında savaşa tutuşmak üzereler…

Eğer, sen “Şöyle bir yüksek tepeye çıkayım da yaşanan savaşı seyredeyim” dersen kâfirler zümresinden olursun.

Eğer, “Yarabbi, bunlardan kim haklı ise ona yardım et” diye dua edersen, yine kâfirlerden olursun. Çünkü sen bu dünyaya hangisi haklı, hangisi haksız bilmek için gönderilmişsin. Bu ayırımı, haklı-haksız, hak-batıl ayırımını yapamayan mümin olamaz.

Eğer, “Yarabbi, Peygamberin Hz. Muhammed (sas)’a yardım et, onu muzaffer kıl” diye dua edersen günahkâr bir fâsık olursun. Çünkü o dua etme zamanı değil, eyleme geçme anıdır.

Eğer hakiki bir mümin isen yapacağın şudur: Olaydan haberdar olur olmaz, yerinden öyle bir fırlayışla fırlayacaksın ki, savaş alanına kadar birkaç kez yüzüstü yere kapaklanacaksın. Eline ne geçerse, ne bulursan onunla saldıracaksın!”…

Rabbim rahmet eylesin Erbakan Hocamıza…

Siyasi Görüş...

bu ülkede iki siyasi görüş var:

birinci görüş, "abd ile birlikte hareket etmeden iktidar olamayız/iktidarda kalamayız" diyenlerin görüşü.

ikinci görüş, "abd ile birlikte hareket ettiği müddetçe bu ülke düzlüğe çıkmaz" diyenlerin görüşü.

M.Bilgiç

Laiklik...

Prof. Dr. Necmettin Erbakan Hocamızın LAİKLİK anlayışı

“Müslümanlığın bizatihi kendisi laiktir. Açın Sultan Fatih’in İstanbul’un Fethinin arkasından çıkardığı beyannameyi, okuyun; Galata’daki Cenevizlilere dahi: “Bütün haklarınız benim teminatım altındadır. Her türlü inanç hürriyetine sahipsiniz. Patrikhane her türlü hizmetine devam edecektir” demiştir. Hz. Ömer Efendimizin Kudüs’ü fethettiği zamanki beyanatına bakın: “Herkes kendi dininde serbesttir. Her inanç sahibi kendi ibadetini muntazam yapacak, rahatlıkla yerine getirecektir. Sizin koruyucunuz benim”demiştir. Selahattin Eyyubi Kudüs’ü aldıktan sonra aynı şekilde: “Hepinizin inancının teminatı benim” demiştir. Bizim tarihimiz hep bunlarla doludur, dünya alem buna şahittir. Bunun için Müslümanlık içindedir bizzat laiklik. Aslında Müslümanlık varken ayrıca laiklik diye bir şey aramanız bile gereksizdir. Müslümanlık her zaman, herkesin dinine saygı göstermiştir. Bakınız Müslümanlıkta hiçbir zaman, şahısların Dine ait kurallara aykırı hareket etmesiyle ilgili bir ceza-i müeyyide getirilmemiştir. Kur’an-ı Kerim’de iki tane nizam vardır. Bir “Genel İnsanlık Nizamı”. Bu genel insanlık nizamında müsaade edilenler var, yasak edilenler var. Yasak edilenler nedir; adam öldürmek, yalan yere şahitlik etmek, çeşitli ahlaksızlıklara yönelmek, ırz ve namusa tecavüze yeltenmek; bütün bunların hepsinin ve her din için eşit oranda cezası vardır. Ama namaz kılmamışsa bunun bir cezası yoktur, çünkü bu Allah’la kul arasındadır. Ancak bu durumda Müslümanlar için tavsiye vardır, o da tatlı dille yapılacaktır. ‘Namazını kılarsan yarın şu sevabı alırsın’ diye uyarılacaktır. Müslümanların yapacağı işlerin adı “Helal”, yapmayacaklarının adı “Haram”dır. Herkesin yapacağı işin adı “Maruf”, yapmayacağı işin adı “Münker” olmaktadır. İki ayrı sistem tarif edilmiştir. Maruf ve Münker’de ceza vardır. Çünkü herkesi bağlayıcıdır ve temel insan haklarıyla alakalıdır. Hangi dinden olursa olsun adam öldürmeye kalkışırsanız, zina yaparsanız, yalan yere şahitlikte bulunursanız, hırsızlık yaparsanız cezasına katlanırsınız. Ama namaz oruç vs. Müslümanlara ait şahsi ibadetleri terk etme gibi hususlara gelince bunların dünyalık cezası konulmamıştır. Bunlar tavsiyeyle, telkinle, tatlı dille, kavli leyyinle anlatılacaktır. Bundan dolayı eğer Milli Görüş okulundan ve arka kapıdan kaçıp top oynamazsan, o zaman bilirsin ki Müslümanlık, laiklikle tamamen bir aradadır, hiçbiri arasında tezat bulunmamaktadır. Bu sebepten dolayıdır ki bizim elli senelik geçmişimizde, Anayasanın Laiklik maddesiyle değil, bu maddeye aykırı hareket edilmesiyle mücadele ettiğimiz ortadadır.”

Bayram Mesaji... mb...

yeşil çimler üzerinde top koşturan bir futbolcunun ayda bir milyon lira aldığı buna karşılık bir ay boyunca ter akıtan asgari ücretlinin bin üç yüz lira ile geçinmeye çalıştığı;  üst aklın her türlü müdahalesine rağmen üzerinde ezan ve salaların susmadığı, nato üslerinin kapanmadığı, faize dayalı bankacılık sisteminin tıkır tıkır işleyişinde bir aksamanın olmadığı; umreye ya da hacca giden tefecilerin tevbe edip işlerini evlatlarına bıraktığı; kırmızı ışıkta geçen holding patronu ile kütüphane memurunun aynı eşitlikçi trafik cezasını ödediği; üç tarafı denizlerle, her tarafı internet ağı ve düşmanlarla çevrili bu güzel ülkemde ve en zengin 62 kişinin 3 milyar 700 milyon insanın servetinden daha fazlasına sahip olduğu bu gezegende yine bir kurban bayramına kavuştuk.tüm kalbimle, kesilen kurbanlarımızın bu coğrafyanın çocuklarının emperyalizmin oyunlarına kurban edilmesine bir son veriş vesilesi olmasını diliyorum.

kalbinizden öperim :)

Mb

Önceden Milli Goruscuymus..

Önceden rahmetli Erbakan’ın temelini attığı Anadolu imam hatip lisesinde okuyormuş.
Önceden Milli Gençlik Vakfında görevli bir talebeymiş.
Önceden Milli Görüş teşkilatlarında Allah rızası için çalışan samimi bir nefermiş.
Önceden Milli Görüş teşkilatında gözünü kırpmayan bir sandık müşahidiymiş.
Önceden Milli Gençlik Vakfı başkanlığı görevinde de hasbelkader bulunmuş.
Önceden Refah Partisi’nde il teşkilat başkan yardımcılığına kadar bile yükselmiş.
Önceden Refah Partisi il disiplin kurulu üyesi olarak kendisine görev verilmiş.
Önceden Refah Partisinde merkez teşkilatında sekretermiş. Az buz bir şey değil yani.
Önceden Refah Partisinin Kayseri bölgesi milletvekili adaylarından birisiymiş ama kıl payı kaybetmiş.
Önceden eski mücahitlerdenmiş ama müteahhit işlerinden de anlıyormuş; inşaatları varmış.
Sonradan o da bu işin hocayla olmayacağına karar vermiş ve Abdullah Gül gibi yenilikçi harekete katılmış.
Sonradan mücahitlik işleri epeyce azalmış ama müteahhitlik işleri tavan yapmış.
Sonradan bütün bu pahalı tecrübeleri bir torbaya koyup uygun bir fiyata reise satmış.
Sonradan Mevlâ ‘yüro ya kulum demiş’ ve işler hep bayır aşağı akıyormuş.
Sonradan aslında biz özü itibariyle Milli Görüşçüyüz ama konjonktür böyle gerektiriyor, diyormuş.
Sonradan ruhunu şeytana satmış bir Milli Görüşçünün de Roma vatandaşı olma hakkı olduğuna kendini razı etmiş.
Sonradan mezhebinin bayağı bir genişlediğinin ve günahlarının arttığının o da farkındaymış ama olsu Allah çok gafurmuş.
Önceden Milli Görüşçü olanlar o çizgiyi terk edince meğer sonradan böyle orospu çocuğu oluyormuş.
Yani Milli Görüş teşkilatlarında yıllar boyunca kazandığı siyasi tecrübeyi taşımayı ağır bulanlar, onurunu ve şerefini modern Nemrutlara satarak modern Roma’dan yeni zırh ve görev alabiliyormuş.
İşte Türkiye’de siyaset bu tip orospu çocuklarından geçilmiyor.
Şu mavi gök kubbe altında hocalarını hançerledikleri günden beri onlara her gün bayram!